İçimdeki Annelik Hissi & Rehberlik Hikayem
- Mekanın Ruhu
- 6 Ara 2024
- 2 dakikada okunur

Vakti zamanında, kurumsal hayatta yöneticilik yaptığım zamanlarda, müdürüm bana “anaç” bir yönetici olduğumu söylemişti. Çok şaşırmıştım, çünkü kendimi hiç “anaç” biri olarak düşünmemiştim, hatta bu sıfatı duymayalı yüzyıllar olmuştu. Benim gözümde anaç yemek yapmayı seven, evcil, kendisini düşünmeden çocukları için her fedakarlığı yapan kişiydi. Oysa ben öyle miydim? Sokakları, gezmeyi seven, hiç domestik olmayan bir yapım vardı, kendimi asla anaç tarif etmezdim. Ama sonradan düşününce fark ettim, evet yönetici olarak anaç bir tavrım vardı; en çok önemsediğim şey ekibimin duyguları ve başkaları tarafından yıpratılmaması, üzülmemesiydi, bunun sinyallerini aldığım an onları korumak için tereddüt etmeden harekete geçiyordum. Sanki en önemli görevim buymuş gibi geliyordu.
Sonra -uykumun kaçtığı bir geceni sabahı- İstanbul ve rehberlikle olan ilişkimi düşündüm. Yine aynı dürtü beni harekete geçiriyordu. Orada, İstanbul’da çoğu zaman insanların bakıp da göremediği bir şeyler vardı. O çeşme, o yıkık han, üstüne kağıtlar yapıştırılmış o kapı çok değerliydi, bir hikayenin taşıyıcısıydı, enfes bir ruh inceliğiyle yapılmıştı ancak kimse onu göremiyordu, kimse umursamıyordu. Ama ben aynen bir annenin çoğuna sevgi ile bakması gibi ondaki o cevheri görüyordum, nasıl da sevgiye layık olduğunu da… İçimdeki anaç tavırla onlar da kimsenin göremediğini görüyordum adeta, herkesin çocuğuna baktığında gördüğü gibi. Sonra daha çok sevesim, anlatasım geliyordu herkese. Onlar da bir geçmiş ve gelecek görüyordum, kaybettiğimiz şeylere sahip olduklarını. Çekinmeden diz çöküyor, onlara uzanıyor, dokunuyordum, içimden bir şefkat beliriyordu onlara karşı.
Bazen de bu eserlerin boynu bükülmüş, hikayelerinin hakkı yenilmiş oluyordu. Unutulmuşlardı, haksızlığa uğramışlardı, bazıları can çekişiyorlardı. O zaman içimdeki anaç tavır yine beliriyordu; “Hayır diyordu, ben buradayım, seni görürüm, üstündeki o unutulmuşluğun örtüsünü kaldırırım, gerekirse herkese seni tek tek anlatırım, yazarım çizerim ama seni unutturmam. Korkma, hikayen bana emanet.”
Bu hissi çokça hissettim, bazen bir sokak adına, bazen bir mezar taşına bazen bir dehlize. Kimsenin o dar sokakta görmediği parıltıyı gördüm, herkesin unuttuğunu hatırladım, sevmediğini sevdim. Onları kıyıdan alıp haklarını vermeye çalıştım. Hikayelerini hak ettikleri gibi anlattım, insanları aldım yanı başlarına götürdüm. Aynı bir anne gibi, karınca kararınca ama elimden geleni yaptım.
Severek yaptım, saymadan yaptım ve ömrüm boyunca da yapmaya devam edeceğim. Aynı bir anne gibi… Şahitsiniz...
Comments