top of page

Geçmişin Çağrısı

Güncelleme tarihi: 21 Kas 2022

Ben bu yola İstanbul'daki her taşın altını tek tek kaldırıp bakmak için çıktım.

Çünkü biliyordum,

Önünden umursamadan geçtiğimiz o sokaklarda bir şeyler gizliydi. Apaçık göremediğim ama derinlerde uğultusunu hissettiğim bir geçmiş vardı. Tam olarak anlayamıyordum bu derinden gelen sesi ama çözmeye niyetliydim...

İçten içe seziyordum...

O evlerde oturanlar, o camiileri yaptıranlar, o kilisede son ibadet edenler...

Belki o sokakta giden sevdiğinin ardında diz çökenler belki de bıçaklanıp kanı toprağa akanlar...

Tüm o yollara, binalara yoğun hislerle ruh verdiler. Acı, tatlı hatta belki de lanetli bir mirasla sıvadılar duvarları. O anlarda hissettikleri duygular, attıkları çığlıklar ya da fısıldadıkları dedikodular taşlara sindi... Yaşananların ağırlığı zamanı o anda, orada mühürledi.

Ancak ölüm çok kuşatıcıydı, herkesi olduğu gibi anıları, olayları da kuşattı, canlarını aldı, zamana gömdü. Hikayeler unutuldu, yüzler hafızalardan silindi...

Yine de bilirsiniz, ölmek yok olmak değil.... Soluk bir ses, yarı saydam bir kristal ve tarifsiz bir his olarak boşlukta kaldılar... Sanki üzerleri örtülmüş kimseye ait olmayan eski eşyalar gibiydiler... Yok olmamışlardı ama var da değillerdi....

Ta ki biri onları tekrar adları ile çağırana kadar....

Evet sonra biri geldi, o soğuk taşlara dokundu, gözlerini kapatıp, uğultuyu dinledi, küf kokusunu içine çekerek hissetti.... Sonra en uzak raftaki en tozlu sayfaları karıştırdı, geceleri düşünmekten uyuyamadı. Sordu soruşturdu ve buldu. Tek tek tarihin içine dağılmış tüm parçaları buldu ve birleştirdi... Adıyla çağırdı... Ve hikaye tekrar gözlerini açtı... Yeniden yaşamaya başlamıştı.... Yüzlerce yıllık geçici ölüm uykusundan uyanmıştı...

Öyle ya adımızı bilen son kişi öldüğünde esasen ölüyorsak, yüzyıllar sonra biri hatırladığında da tekrar nefes almaya başlıyorduk.... Yeter ki biri adımızı zikretsindi.

İşte ben o kişi olmak istedim. Harabelerin, mahzun ve mahrum kubbelerin, terk edilmiş sokakların içindeki o sesi dinlemeyi seçtim. O bin yıllık çatlamış duvarlar, paslanmış demirler arasında yedi milletin hikayesini çektim çıkardım. Sanki ben anladıkça ve başkalarına anlattıkça aynı bir suni teneffüs etkisiyle hikayeler uyandı, canlandı.... Sokaklar tekrar doldu, ruhlar şad oldu.... Hep öyle hissettim. Acılar bile yüzyıllar sonra anlaşılmanın merhemi ile demlendi, çığlıklar asil yaslara dönüştü.... Çünkü bir kere daha hayat bulmuş, kendilerini başka insanlara emanet etmişlerdi ve artık güvendelerdi.

Bugün ve her gün, sanırım hayatımın onuna kadar, İstanbul sokaklarında o hikayeleri arayacağım... Bulacağım ve anlatacağım... Akmayan o Çeşmeye, tek duvarı kalmış o harabeye, paslanmış o çana kimsenin bakmadığı gibi bakacağım. Ta ki görene dek... Ta ki size anlatıp onları emanet edene dek...



Mekanın Ruhu Bloga Abone Olun

İletişim bilgilerinizi bırakın ve blog yazılardan, turlardan ilk siz haberdar olun.

Teşekkürler!

bottom of page