Yekpare
Her insan gibi her kelime de yerini bulmak üzere dünyaya gelir. Onlarca cümle içinde gezer, dolaşır durur, yerini bulmaya çalışır. Bazen olur, bazen olmaz, bazen olur gibi olur.
Bir de bazı kelimeler vardır ki ruh eşini bulmuş gibi tam yerini bulur. Anlam olarak da fonetik olarak da bir cümlenin üstüne öyle otururlar ki.
Sanki "Tacdaki mücevher" gibi ışıldarlar. Göz alıcı ve tam yerli yerinde.
İşte "Yekpare" kelimesi de tam yerini bulmuş, bu bahtiyar kelimelerden biridir. Bir mısrada yerini bulmuş, asırlardır gururla ışıldamaktadır.
O mısra ise:
İstanbul aşkımızın daimi elçisi "Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır." mısrasıdır elbette.
Mısra aynen bir beste gibi alçaktan başlar, "Yekpare"de tepe noktasına ulaşır ve sonra düşüşe geçer. Bir tacın ortasındaki mücevherin en tepede olması gibi...
Ve Yekpare kelimesi ona öyle bir anlam katar ki o olmazsa gerekli anlam hasıl olmaz. Bir şeyi "Yekpare" bir kerede gözü kapalı elden çıkarmakla, sadece elden çıkarmanın arasında çok fark vardır.
Acem mülkü "Yekpare" kelimesi ile öldürücü bir darbe almıştır.
Ve hiç dikkat ettiniz mi bu mısranın ortasında "Yekpare" sözcüğü nasıl da ağzı doldurur. İstanbul'la tüm dünyayı ayıran, geri kalan her şeyi herkesi küçülten tek dozluk bir zehir gibidir dünyanın geri kalanı için.
Bizim içinse ebedi bir gurur ve aşk ifadesi.
O zaman aşk ile bir daha:
"Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır."